Prostat Kanseri ve Erektil Disfonksiyon

Prostat kanseri, prostat salgı bezlerinden kaynaklanmaktadır. En sık görülen erkek hasta kanserlerinden olup, görülme sıklığı 80-90/100000 dolaylarındadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre; her yıl yaklaşık 250 bin kişi Prostat Kanseri tanısı almakta, yaklaşık 30 bin erkek de Prostat Kanseri nedeniyle kaybedilmektedir. Prostat kanserinin tam olarak nedeni bilinmemekle birlikte; ailede prostat kanseri öyküsünün olması, yüksek androjen düzeyleri ve obezitenin risk faktörü olabileceği rapor edilmektedir. Prostat kanser tanısı genellikle; 50 yaş üstü erkelerde rutin taramalarda ya da ailesinde prostat kanser öyküsü bulunan 40 yaş üstü erkelerde yapılan PSA/free PSA ölçümleri sonrası konulmaktadır. Tüm bunların dışında alt üriner sistem ile ilişkili işeme şikayetleri ile de hastalar hekime başvurabilmektedir. Şikayetlerin değerlendirilmesi sırasında, makattan parmak ile yapılan prostat muayenesi ve rutin kan muayeneleri sırasında elde edilen verilerin tümü bir arada değerlendirildiğinde, prostat kanseri tanısı konulabilir. Makattan parmak ile yapılan prostat muayenesi ve serum PSA/free PSA değerlendirmeleri önemli yöntemler olup, tek başına ya da birlikte, prostat kanseri tanısının kesin olarak konulmasında yeterli olmayabilirler. Sözü edilen muayene ve tetkiklerde saptanan şüpheli tablolar sonrası; ultrasonografi eşliğinde uygulanacak prostat biyopsisi sonrası kesin tanı konulabilmektedir. Son yıllarda prostat bezine yönelik uygulanan spesifik MRI (Magnetic Resonance Imaging) yöntemlerinin de İyi Huylu Prostat Büyümesi/Prostat Kanseri ayırıcı tanısında önemli derecede yardımcı olabildiği bildirilmiştir.

Lokalize prostat kanserinin tedavisinde cerrahi yöntem olarak; açık radikal prostatektomi, laparoskopik radikal prostatekteomi ve robotik radikal prostatektomi yöntemlerinden birisi uygulanabilir. Güncel bilimsel yayınlara bakıldığında her üç yöntem arasında; kanser nüksü, hasta memnuniyeti ve ameliyat sonrası idrar kaçırmama ve erektil disfonksiyon gibi komplikasyonlar açısından anlamlı herhangi bir farkın olmadığı gösterilmiştir. Buna karşılık, açık yöntem uygulanan hastalarda operasyonun yapılabilmesi için cerrahi kesi uygulanması gerekirken; laparoskopik ve robotik cerrahilerde, sadece 4-6 adet 1cm genişliğinde karın alt bölgesine açılan delikten operasyon yapılabilmektedir. Özellikle obez hastalarda laparoskopik ve robotik yöntemlerin uygulanması, açık cerrahi operasyonlara göre daha kolay olmaktadır. Buna karşılık anestezi süresi açık operasyonlarda çok daha kısa sürmektedir. Cerrahi operasyonun tıbbi nedenlerle mümkün olmadığı olgularda ya da hastanın cerrahi girişimi tercih etmediği durumlarda; radyoterapi ya da brakiterapi yöntemleri ile de hastalığın tedavi edilmesi mümkün olabilmektedir. Lokal ileri evre ve ileri evre metastatik prostat kanseri olgularında cerrahi tedavinin yeri olmayıp; genellikle prostat kanserinin bağımlı olduğu Androjen grubu hormonların, serum düzeylerinin mümkün olan en düşük seviyeye düşürüldüğü ‘Total Androjen Blokasyon’ tedavileri uygulanmaktadır. Ek olarak, hastalığın kemiklere ulaştığı prostat kanseri olgularında; kemik metabolizmasını düzenleyici ve şiddetli ağrıları giderici tedavilere gereksinim bulunmaktadır.

Lokalize prostat kanseri olgularında uygulanan cerrahi tedaviler sonrası en sıklıkla karşılaşılan fonksiyonel problemler; idrar kaçırma ve penis sertleşme yetersizliği gibi şikayetleridir. İdrar kaçırma şikayeti ameliyatlardan sonra erken dönemlerde sıklıkla görülmekle birlikte, genellikle geçici karakterdedir. Kalıcı idrar kaçırma şikayeti ise %5-10 civarında görülmektedir.

En sık karşılaşılan bir diğer sorun ise; penis sertleşme sorunudur. Penis'in sertleşmesini sağlayan sinir yapılarının, anatomik olarak prostatın çok yakınından geçmesi nedeniyle; ameliyat sırasında kullanılan ısı enerjisine ya da sinirlerin cerrahi işlem sırasında çekilmesi, sıkıştırılması ve bazen kesilmesine bağlı olarak; değişen derecelerde penis sertleşme sorunları görülebilmektedir. Penis sertleşme sorunlarının bu hasta grubunda %15-80 aralığında olduğu rapor edilmektedir. Cerrahi sırasında sinirin korunması, hastalarda diabet ve yüksek lipid düzeyi gibi damarsal risk faktörlerinin bulunmaması ve genç yaşta olunması gibi faktörler; ameliyat sonrası penis sertleşme fonksiyonunun korunmasında önemli faktörlerdir.

Cerrahi dışında radyoterapi ve brakiterapi uygulanan olgularda da penis sertleşme sorunları %6-84 arasında değişen oranlarda görülmektedir. Bu hastalarda uygulanacak tedavi stratejisi; rutin sertleşme sorunu olan olgularda uygulanan tedavilerden çok farklı değildir. Öncelikle ağızdan alınan, hastanın kullanımı kolay ilaçlar ve sonuç alınamadığı taktirde ikinci basamak tedaviler olan penis içine enjeksiyon tedavileri uygulanmalıdır. İlk iki basamak tedavinin başarılı olamadığı olgularda yine cerrahi olarak ‘Penil Protez’ yerleştirilmesi gündeme gelmelidir.